Bu yazımız Sevgili Ali Aydın Hocamızdan alıntıdır, keyifli okumalar...
Yunan mitolojisindeki ünlü efsanelerden birisi de Daidalos ile İkaros’un hikâyesidir. Antik Yunan’ın önemli şehir devletlerinden Girit’in Kralı Minos, karısının bir boğayla aşkının meyvesi olan Minotaurus isimli yarı insan yarı boğa garip yaratıktan kurtulmak için eşsiz yetenekli ve her şeye aklı eren ünlü sanatkâr ve mimar Daidalos’tan bir yapı inşa etmesini ister.
Daidalos ve oğlu İkaros, içerisi karmakarışık yollarla, çıkmazlarla dolu, zikzaklı koridorlarla birbirine bağlı birçok odadan ibaret olan Labyrenthos adında bir kale inşa ederler. Bu kalenin yapısı öylesine karışıktır ki içerisine giren, çıkış yolunu bir daha bulamaz, yolunu ararken ya yorgunluktan düşüp ölür ya da Minotaurus’un kurbanı olur.
Kral Minos, belki de bina yapısının sırrını kimse öğrenemesin diye sonrasında Daidalos ile oğlunu da Labyrenthos’a kapatır. Daidalos kendi eseri olan yapının çıkış yolunu bir türlü bulamaz fakat labirentten kurtulabilmek için kendisi ve oğlu için kanat yapmayı akıl ederek uçan kuşlardan kopan ya da yanlarına konan kuşlardan kalan tüyleri biriktirmeye başlar. Baba oğul daha sonra bu tüyleri balmumuyla birbirlerinin kollarına ve omuzlarına yapıştırırlar.
Uçmadan önce Daidalos, oğlu İkaros’a teknik ve taktiksel bilgiler verir. “Alçaktan uçarsan kanatlar nem kapar, uçamaz denize düşersin, yüksekten uçarsan güneş balmumunu eritir, yine uçamaz denize düşersin” uyarısını da yapar.
Birkaç denemeden sonra baba oğul kanatlarını çırparak üzeri açık labirentten havaya yükselmeye başlarlar, kalenin ve Girit Adası’nın üzerinden uçarak memleketleri olan Yunanistan’a doğru yola koyulurlar. Daidalos çok dengeli uçarak karşı kıyıya ulaşır. Ancak İkaros kendini uçmanın zevkine öyle kaptırmıştır ki babasının söylediklerini unutur. Daha yükseğe, daha yükseğe çıkar. Güneşe ulaşmaya çalışır. Ne yazık ki güneş ışınlarının sıcaklığı, yaklaştıkça balmumunu eritir, kanatlar kopar ve zavallı İkaros denize düşerek boğulur.
Hayatın birçok alanında örnek olabilecek nitelikteki Daidalos ve İkaros efsanesini anımsatacak örneklere iş dünyasında da zaman zaman rastlanabilmektedir.
Özellikle günümüzün öngörülemez dünyasında insanlar nereye gittiklerini ve yaşamlarının onlara neleri getireceğini güvenilir bir şekilde tahmin edemezler.
Aynı şey şüphesiz işletmeler için de geçerlidir. Bu da öncelikle nereye gidileceğinden önce nerede ve kim olduğunu anlamayı ve yönelinen yerin değişimlerini hesap etmeyi ve buna uyum sağlamayı gerektirir.
Temelleri 1860 yılında atılan, çay ve kahve ticareti yapan dev perakende zinciri Atlantic & Pacific Tea Company 1880’lerin başında ürün yelpazesini genişleterek şeker, paketlenmiş gıda, un gibi ürünleri de portföyüne dâhil ederek ve 1920’lerde 9 bini aşan mağaza sayısı ve 350 milyon dolarlık cirosuyla baş döndüren sonuçlara ulaştı. Ancak bu hızlı büyüme uzun sürmedi. 1920’lerde A&P o güne kadar görülmemiş düşük fiyatlar uygulamaya başladı ve 1925-1929 arasında ulusal düzeyde fiyatlar yüzde 2 oranında düşerken, A&P’nin fiyatları yüzde 10 geriledi.
Bütün bunlar olurken Amerikan tüketicisinin alışkanlıkları da değişmeye başladı, büyük zincirlere ve çeşide ilgi arttı. Bu durum çok sayıda küçük bakkal ve market gibi işletmelerin kapanmasına neden oldu. A&P’nin gıda sistemindeki egemenliği federal ve yerel hükümetin tepkisini çekmeye başladı ve 1920-1950 arasında çeşitli vergi ve kısıtlamalarla A&P’nin yayılışı engellenmeye çalışıldı. 1950’lerde şirket yönetimindeki Hartford Kardeşlerin ölümü, zaten giderek artan rekabet nedeniyle şirketi ciddi bir şekilde zorladı. Ekonomi büyüyor, nüfusun hızla artmasına paralel olarak Amerika’da yeni yerleşim yerleri artıyor ve büyük AVM’ler ortaya çıkmaya başlıyordu.
Yazar Levinson’ın deyimiyle, 1920’lerde ‘’yaratıcı yıkıcılık’’ stratejisiyle sektörü eline geçiren A&P, 1960’larda bunun kurbanı olmuştu. Artık dünyanın en büyük perakendecisi o değil, Sears ve Roebuck gibi şirketlerdi. 1980’lerde ise A&P’nin mağaza sayısı 1960’lardaki rakamın yarısına yani 2 bin civarına düşmüş ve 2010 yılında iflas istemişti.
Bir zamanların en büyüğü A&P günümüzde sadece 336 mağaza ve 8,1 milyar dolar ciroya sahip iken, artık dünyanın en büyük perakendecisi olan Walmart yaklaşık 9 bin mağaza, 2,1 milyon çalışan ve 421,8 milyar dolar ciroya sahiptir.
“Peki, 1930’larda 16 bin mağazası olan A&P’den bugün sadece yarısı kadar mağazaya sahip olan Walmart’ın çok daha ağır rekabet koşullarında elde ettiği başarısının temelinde ne/neler vardı?” sorusuna en güzel yanıtı belki de şirketin kurucusu Sam Walton ‘’Yapabileceğimiz en iyi perakende şirketini kurmak üzerine yoğunlaştım. O kadar… Dev bir kişisel servet yaratmak benim için hiçbir zaman öncelikli bir amaç olmamıştır,‘’ sözleriyle dile getirmektedir.
Gerçekten de Sam Walton değişime, deneme-yanılmaya ve kararlı ilerlemeye değer verdi. Fakat bu değerleri sadece öğüt olarak vermedi, değişim ve ilerlemeyi uyaran, teşvik eden somut organizasyonel mekanizmaları da kurdu. Walton, “mağaza içinde mağaza” diye adlandırdığı görüşten hareketle, departman yöneticilerine her bir departmanı kendi işleriymiş gibi yürütmeleri için yetki ve serbestlik verdi. Maliyet düşürücü ve/veya diğer mağazalarda da uygulanabilen hizmet artırıcı fikirlerle katkıda bulunan çalışma arkadaşlarını halka tanıttı ve nakit para ödülleri koydu.
Çalışanların sıklıkla başrolde olduğu cumartesi toplantıları ve yine çalışanları yaratıcı denemeler yapmaya teşvik etmek için “HÜP (Hacim Üreten Parça) Yarışmaları” düzenledi.
Kâr paylaşımı ve çalışanların hisse senedi sahipliği, onların yeni fikirlerle gelmesi için dolaysız bir teşvike neden oldu, böylece tüm şirket kârlı çıktı. Çalışanlar tarafından verilen öneri ve fikirler, dâhili Walmart dergisinde yayımlandı. Walmart “tüm küçük detayları şirket çevresine mümkün olan en kısa sürede yaymak için” bir uydu iletişim sistemine yatırım yaptı.
Aslında kalıcı büyük şirketler için tek bir sır varsa o da en vizyoner şirketler tarafından bile bilinçli bir şekilde uygulanması gereken bir disiplin olan “sürekliliği ve değişimi yönetebilme” becerisidir. Dönüşüm belli bir birikimi izleyen bir atılım süreci şeklinde düşünüldüğünde bu süreci “disiplinli insanlar, disiplinli düşünce ve disiplinli eylem” çerçevesinde değerlendirmek mümkün olabilmektedir. Kalıcı şirketler, farklılığı özellikle dayandırılan şey ve varoluş sebebi konularındaki ortak anlayıştan kaynaklandığında bir güç olarak görmekte ve bunun kurumun tümüne nüfuz etmesini ve zamanın ötesinde devamlılığını garanti etmek için çaba gösterir ve farklı kültürlerde faaliyette bulunurken de öz değerlerinden ve yüksek performans standartlarından vazgeçmezler.
Evet, şimdi sorulması gereken soru şudur belki de: Daidalos gibi ne zaman ne yapılması gerektiğini bilen, elindeki kaynakları amaçlar doğrultusunda en verimli şekilde kullanabilen, değişimi yönetebilen, gereksiz risklere girmeyen, analitik düşünen yönetim ve ekibin oluşturduğu bir şirket mi, yoksa İkaros gibi daha fazlası için riske giren, elindeki kaynağı hırsları yüzünden bilinçsizce tüketen, kısa süreli bir yükselişten sonra dibe batan başarısız bir şirket mi?
KARAR SİZİN.
Kaynaklar,
Ateş, R. M., ''Aile Şirketleri İçin Büyüme Stratejileri'', Doğan Kitap, İstanbul
Aydın A., ''Pardon Patron'', Ceres Yayınları, İstanbul.
Colins J., ''İyiden Mükemmel Şirkete Kalıcı Başarıya Ulaşmanın Yolları'', Boyner Yayınları,İstanbul.
Colins J., Porras J., ''Kalıcı Olmak - Geleceğin Güçlü Kurumlarını Yaratmak'' Çev. Çizi Z., Siste Yayıncılık, İstanbul., '' America's Most Successful Merchant'' Fortune, 23 Eylül 1991, John Huey ile Sam Walton: Made in America ( New York: Double Day, 1992), Vance Trimble, Sam Walton (New York: Dutton, 1990)
Görsel: https://images.app.goo.gl/sP6fNujmaBekJBSt9
Comments